YANGINLAR KADER DEĞİL: PEYZAJ MİMARLIĞI, İKLİM KRİZİ VE KURUMSAL BOŞLUKLAR ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Kasım Hanik – Peyzaj Mimarı, Peyzaj Mimarları Derneği (Peyzajder) Yönetim Kurulu Üyesi
Düsseldorf
Türkiye her yıl yaz aylarında tekrar eden orman yangınlarıyla büyük doğal ve toplumsal kayıplar yaşarken, bu felaketlerin yalnızca iklim koşullarına veya bireysel ihmallere indirgenmesi, kurumsal sorumluluğu görünmez kılmaktadır. Özellikle peyzaj planlaması gibi önleyici potansiyele sahip bir disiplinin sistem dışında bırakılması, yangınların kader değil, planlama eksikliği olduğunu açıkça göstermektedir.
Bu yangınlar aynı zamanda küresel iklim krizinin bölgesel tezahürlerinden biridir. IPCC’nin 6. Değerlendirme Raporu’na göre Akdeniz Havzası, küresel sıcaklık artışının etkilerini en yoğun hissedecek bölgeler arasında yer almakta; artan sıcaklık, azalan nem ve kuraklık döngüsü orman yangınlarının şiddetini ve sıklığını ciddi oranda artırmaktadır. Türkiye bu kırılgan coğrafyanın tam merkezindedir.
Türkiye’de ormanların korunmasına ilişkin temel mevzuat olan 6831 sayılı Orman Kanunu, yangınlarla mücadelede sorumluluğu Orman Genel Müdürlüğü’ne vermektedir. Ancak bu mücadele çoğunlukla yangın başladıktan sonra gerçekleştirilen söndürme faaliyetleriyle sınırlı kalmaktadır. Oysa peyzaj mimarlığı disiplini, yangın başlamadan önce alınacak önlemler konusunda büyük bir uzmanlık alanı sunmaktadır. Doğru bitki örtüsü seçimi, arazide kontrollü boşluklar oluşturma, düşük yanıcılığa sahip türlerle tampon zonlar planlama, yerleşim alanlarını yangından koruyacak geçiş koridorları tasarlama gibi çözümler peyzaj mimarlığının sahasına girer.
Türkiye’de kıyı bölgelerindeki ormanlar çoğunlukla monokültür kızılçam ormanlarıdır. Bu tür, yüksek reçine oranı nedeniyle yangına oldukça duyarlıdır. Oysa Almanya gibi orman yangını riski düşük olan ülkelerde bile yangına dayanıklı karışık yapraklı orman modeli tercih edilmekte; iğne yapraklı türlerin yoğun olduğu bölgelerde yangın riski azaltılmaktadır.
Almanya’da uygulanan sistemler sadece yangınla mücadeleyi değil, yangını önlemeyi hedefleyen çok disiplinli stratejilere dayanmaktadır. Örneğin Thünen Enstitüsü tarafından geliştirilen ErWiN (Erweiterte Waldbrandindex) sistemi ile meteorolojik, ekolojik ve topografik veriler birleştirilerek yangın risk haritaları oluşturulmakta, ormancılık politikaları bu verilere göre şekillendirilmektedir. Bazı eyaletlerde orman kenarlarına tampon zonlar kurulmakta, yangına dirençli yerli türler dikilmekte, orman yolları yangın ekiplerine erişim kolaylığı sağlamak üzere yeniden planlanmaktadır. Orman içindeki doğal boşluklar koridor olarak kullanılarak yangının yayılması engellenmektedir. Ayrıca enerji hatları, kamp alanları ve kırsal yerleşimlerin çevresinde özel peyzaj düzenlemeleri zorunlu tutulmakta; çalıların budanması ve yanıcı maddelerin azaltılması gibi detaylı önlemler alınmaktadır.
Almanya yangın kuşağında olmamasına rağmen bu sistematik önlemleri alıyorsa, Türkiye gibi yangın riski yüksek bir ülkede bu eksiklik affedilemezdir. Bu durum, yangının doğal bir afet olmasının ötesinde, planlama ve yönetişim sorunu olduğunu ortaya koymaktadır.
Türkiye orman varlığı açısından zengin bir ülkedir ve bu varlığın korunmasında ormancılık bilimi ve orman mühendisliği, en kritik rollerden birini üstlenmektedir. Ancak, yangınlara karşı yalnızca müdahaleye değil, önleyici planlamaya da ihtiyaç vardır. Bu noktada peyzaj mimarlığı ve ormancılık birlikte çalışmadıkça, yangınlarla mücadele stratejileri daima eksik kalacaktır. Benzer bir durum Orman Genel Müdürlüğü bünyesinde de görülmektedir. Kurumun kadrolarında yeterli sayıda peyzaj mimarı bulunmamakta; mevcut az sayıdaki peyzaj mimarı ise çoğunlukla mesleki birikimlerini kullanamayacakları atıl görevlerde istihdam edilmektedir. Bu durum, yangın gibi mekânsal müdahale gerektiren afetlerde, disiplinler arası iş birliğinin eksik kalmasına ve yangın öncesi planlama süreçlerinin zayıflamasına yol açmaktadır.
Peki Türkiye’de neden bu sistematik yaklaşım yok? Bu sorunun yanıtı yalnızca ormancılık politikalarında değil, kurumsal yapıların mesleki çeşitliliğinde yatıyor. Özellikle iklim değişikliğine karşı ülkenin en yetkili kurumu olan, T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlı İklim Değişikliği Başkanlığı’nın kadrosunda neredeyse hiç peyzaj mimarı yer almamaktadır. Başkanlık teşkilat yapısında çevre mühendisleri, iklim politikası uzmanları ve iktisatçılar öne çıkarken, araziyle doğrudan çalışan, alan bazlı çözüm üretebilecek peyzaj mimarları dışarda bırakılmıştır.
Oysa Başkanlığın görev tanımında yer alan “iklim değişikliğine uyum” ve “yerel düzeyde politika geliştirme” gibi başlıklar, doğrudan peyzaj mimarlığının uzmanlık alanıdır. Bitki örtüsü planlaması, kırsal ve kentsel yeşil alan sistemlerinin yeniden düzenlenmesi, suyla ilişkili doğal altyapı tasarımları bu disiplinin temel konularındandır. Ancak hem kadro alımlarında hem strateji belgelerinde peyzaj mimarlarına yer verilmemesi, yangın gibi fiziksel alanlara doğrudan etki eden krizlerde çözüm kapasitesini sınırlamaktadır.
İklim krizi, artık yalnızca sıcaklık artışı değil; kuraklık, ani yağışlar, rüzgarlar, biyolojik çeşitliliğin bozulması, su kaynaklarının tükenmesi gibi çok yönlü etkilerle, tüm doğal ve yapılı çevreyi yeniden şekillendirmektedir. IPCC, UNEP ve benzeri kuruluşlar, uyum politikalarının fiziksel planlamaya entegre edilmediği ülkelerde yangın, su krizi ve toprak kayıplarının katlanarak artacağı konusunda uyarmaktadır. Bu da gösteriyor ki iklimle mücadele yalnızca karbon salımını azaltmakla değil, doğaya dayalı çözümlerle mümkündür.
Bu noktada peyzaj mimarlığı, yalnızca “yeşil düzenleme” değil; afet risklerini azaltan, yangın hızını yavaşlatan, suyun yönünü kontrol eden ve alanı bütüncül biçimde planlayan bir disiplindir. Türkiye’de bu mesleki kapasite, karar alıcı mekanizmalar içinde yer almadığı sürece, orman yangınlarına karşı geliştirilen stratejiler hep eksik kalacaktır.
Sonuç olarak, Türkiye’nin yangın riski yüksek bir ülkede yaşadığı bu felaketler ne kaderdir ne de yalnızca iklimin suçudur. Planlamanın, bilimin ve disiplinler arası yaklaşımın eksikliğidir. Almanya gibi yangın kuşağında olmayan ülkeler bile geleceği öngörerek bilimsel temelli önlemler alıyorsa, bizim de peyzaj mimarlarını kurumlarımıza, politikalarımıza ve sahaya entegre etmemiz zorunludur. Bu bir tercih değil, yaşamsal bir zorunluluktur.